Pazartesi, Mart 25, 2013

NALINCI BABA VE TAVUKLU DOMATES ÇORBASI


Esselamu Aleykum – السلامعليكم




İnsanlar hakkındaki önyargıları kırmak zordur. Çünkü insan gördüğüne, gördüğünü sandığına inanır hep. Özellikle iş yerinde gördüklerim, duyduklarım karşısında canım sıkıldığında bu hikâye gelir aklıma. Su-i zannın Müslümanın hayatında yerinin olmaması gerektiğini o kadar güzel anlatır ki üzerine diyecek pek bir şey bırakmaz. Önce hikaye sonrasında yeni tarif inşallah.


Padişahın İşi Ne!

Murat Han (III. Murat) o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:

- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah.
- Hayır mı, şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
- Hazırlan dışarı çıkıyoruz.

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri ve kararlı adımlarla Beyazıd’a çıkar, döner Vefa’ya. Zeyrek’ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarlarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatli bakınır. İşte tam o sıra, orta yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Sorarlar ‘Kimdir bu?’ Ahali ‘Aman hocam hiç bulaşma.’ derler, ‘Ayyaşın, meyhur’un biri işte!’

- Nereden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz. Bir başkası tafsilata girer. ‘Biliyor musunuz?’ der, ‘Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar Çarşısı’nda çalışır, nalının hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem nerede namlı mimli kadın varsa takar peşine.’ 
Hele yaşlının biri çok öfkelidir:
‘İsterseniz komşulara sorun.’ der, ‘Sorun bakalım, onu bir kere olsun cemaatte gören olmuş mu?’

Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar mı ortada. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah önünü keser.

-Nereye?
- Bilmem. Bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz. Öyle veya böyle tebaamızdır. Defnini tamamlasak gerek. 
- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
- Olmaz. Rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam. Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim. Nasıl kaldırırız?
- Basbayağı kaldırırız işte.
- Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanması paklanması var. Tekfini, telkini...
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasılhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
- Olmaz. Vefat eden sen olaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim Ayasofya’dan, Süleymaniye’den. En azından Fatih Camii’nden.
- Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii’ni iyi dedin. Haydi yüklenelim.

Ve gelirler camiye. Siyavuş Paşa sağa sola koşturur kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez. Hem mânâlı bir tebessüm okunur dudaklarında.
Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin ona keza. Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır 

‘Sultanım’ der, ‘Yanlış yapıyoruz galiba’.
- Nasıl yani?
- Heyecana kapıldık, cenazeyi sorup araştırmadan getirdik buraya, Kimbilir hanımı vardı belki, belki de yetimleri?
- Doğru. Öyle ya. Neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.

Vezir cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler, sanki bu vefatı bekler gibidir. ‘Hakkını helal et evladım.’ der, ‘Belli ki çok yorulmuşsun.’ Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar.

Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, belki hatıralara dalar. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından. ‘Biliyor musun oğlum?’ diye dertli dertli söylenir, ‘Bizim efendi bir âlemdi vesselâm. Akşamlara kadar nalın yapar, ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya.’

- Niye?
- Ümmet-i Muhammed içmesin, diye.
- Hayret.

Sonra malum kadınların ücretini öder eve getirirdi. ‘Ben sizin zamanınızı satın aldım mı, aldım.’ derdi. ‘Öyleyse şimdi dinlenseniz gerek...’ O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı İlmihal, Hüccet-ül İslâm okurdum.

- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. ‘Öyle bir imamın arkasında durmalı ki...’ derdi, ‘Tekbir alırken Kâbe’yi görmeli.’
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi.
- İşte bu yüzden Nişanca’ya, Sofular’a uzanırdı ya. Hatta bir gün ‘Bakasın Efendi!’ dedim,
‘Sen böyle böyle yapıyorsun; ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada’.
- Doğru öyle ya?
- ‘Kimseye zahmetim olmasın!’ deyip mezarını kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. ‘İş mezarla bitiyor mu?’ dedim. ‘Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?’
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra ‘Allah büyüktür hatun.’ dedi, ‘Hem padişahın işi ne?’

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bu çorbayı kışın hormonlu domateslerle yapınca illaki salça eklemek gerekiyor ama yazın hele ki annemin yetiştirdiği domateslerden buldum mu saçla eklemeye hiç gerek kalmaz ve tadına da doyum olmaz. Fakat biz salçalı hormonlu olan tariften başlayalım dedik :) domatesler hormonlu olsa da çorbanın içindeki tavuk ve suyu inanılmaz bir lezzet katıyor. İşte o zaman hormonlu ya da organik olmasına bakmıyorsunuz. Üstelik hızlıca yapılabilen ve hızlıca pişen bir çorba. Haydi, beraber yapmaya başlayalım.


Malzemeler

  • 1 adet kalçalı tavuk but
  • 5 bardak su (tavuğu haşlamak için)
  • 1 diş sarımsak
  • 3 adet orta boy domates
  • 1 silme yemek kaşığı salça
  • 4 yemek kaşığı arpa şehriye
  • 3 yemek kaşığı un
  • 2 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 yemek kaşığı sıvıyağ
  • Tuz, karabiber

Hazırlanışı

Tavuk butumuzu 5 bardak su ile haşlayıp pişiriyoruz. Pişince etlerini kemiğinden ayırarak didikliyoruz. Tavuğun suyunu çorba için ayırıyoruz. Bir tencerede tereyağ ve sıvıyağımızı 3 kaşık unumuzla kavuruyoruz. Üzerine rondodan geçirdiğimiz domatesleri ekliyoruz. Domatesleri rendeleyebilirsiniz de. Ben rondodan geçirdiğim için kabuklarını hiç soymuyorum. Salçamızı da ekledikten sonra incecik doğradığımız 1 diş sarımsağımızı ekliyoruz. Üzerine haşladığımız tavuğun suyunu ve biraz daha sıcak su ekliyoruz. Biraz karıştırdıktan sonra 4 yemek kaşığı şehriyemizi ve didiklenmiş tavuk etini ekleyip ara ara karıştırarak pişiriyoruz. (arpa şehriyeler tencerenin dibine yapışabileceği için ara ara karıştırmak gerekiyor) Tuz ve karabiberini de ekleyip şehriyeler pişene kadar pişiriyoruz.

Afiyet olsun.


2 yorum:

  1. Pınar hanım yemekleriniz çok güzel.
    hikayeleriniz bir başka güzel.

    insanı hem maddi, hem manevi doyuruyorsunuz. elinize, dilinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederiz efendim, destekleriniz beni daha çok teşvik ediyor :)

    YanıtlaSil